Katip Çelebi'ye göre, "Tarih, ilimlerin zirvelerinde en yüksek bir tepeye benzer." Fakat, hakiki araştırmacı tarihçilerin dışında, tarihi bir kütüphane araştırması olarak görenler onu gayri-ilmi sayabilirler ve diğer aynı tip tarihçilerin yaptığı gibi derlemeler yaparak kitaplarını yazarlar. Eserlerine tamamen hayali bazı yorumlarla ve ön yargılarla başlayan bu derlemeciler için tarih, kendi şahsi veya milli egolarını tatmin etmek için kullanılan bir vasıta ve de bir propaganda malzemesidir.
Antik Türk tarihi ile ilgili çalışmalar, yakın zamanlarda dünya Türkologlarının sayısındaki bariz enflasyona rağmen, hemen hemen mutlak bir hareketsizliğe gömülmüştür. Ben bu uyuyan devi harekete geçirmeye karar verdiğimde, mantık ve ispat unsurlarının geçerli olduğu müspet ilimlerdeki eğitimime güveniyordum. Diğer bir avantajım da, Allaha şükür, profesyonel bir tarihçi olmamamdı. böylece de tarih mevzuunda meslektaşlarımın profesyonel alanlarına tecavüz etmekte herhangi bir korku veya çekingenlik duymadım.
Türkçe-konuşan milletler veya halklarla ilgili tarihi eserler az, çok sathi ve bariz şekilde münazaalı, bilim ve mantık süzgeçlerinden geçmemiş ve de ekseriya tamamıyla tarafgirdir. Mesela, Hun kralı Attila'nın idaresinde aniden büyük bir politik güç ve faaliyetle ortaya çıkıp Avrupa'ya hakim olması ve zamanın en büyük gücü olan Roma'ya meydan okumasının, tarihin normal akışına ve devamlılık ülkesine tamamen aykırı bir manzara arzetmekte olduğu gözden kaçmıştır. bu olay gerekli tarihi destek ve hazırlıktan tamamen yoksundu. Mantığım, Hunların ta Moğolistan'dan çıkıp, birçok dağ silsilerini ve büyük ırmakları aşıp, bu arada Orta Asya'nın İndo-İrani hatta Hint-Avrupalı kabul edilen bir sürü yabancı kavimlerini bertaraf ederek üç bin millik bir yolu katedip, geldikleri ve yendikleri bu Saka ve İskit kavimlerini ikame ettiklerine dair ortaya atılan tezi kabul edemiyordu.
Yine mantık şunu emrediyordu ki bütün bu Hun olayının, bizzat yerinde, Rus bozkırlarının kendi içinde, ve bu bozkırların kendi yerli halkları tarafından yaratılmış olması gerekiyordu. Yani, Hunlar İskitlerin yerine geçmediler, onların kendileri bizzat İskitler'di.
Keza son 1600 yıl içinde diğer Türk devletlerinin Avrasya'da, Orta Asya'da, Hindistan'da, İran'da ve Anadolu'da büyük güçler halinde, önceden hazırlıksız olarak çıkışlarında da tarihi bir anormallik göze çarpar. Tarihçilerin 'göçebe' (nomad) teorisine göre bütün Türk devletleri ve imparatolukları daima 'geçici' kuruluşlardı.
Türkler memleketlerinde daima 'yabancı' idiler. Orta Asya'ya ancak 8.yüzyıldan sonra, Anadolu'ya da 900 yıl önce, 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra gelmişlerdir. Diğer bütün milletler antik çağlarda, Avrupa'da almanlar, Anglo-Saksonlar, Vikingler, Galyalılar, Latinler, İspnayollar, Slavlar, Yunanlılar ; Asya'da Hintliler ve Çinliler; Orta Doğu'da Farslar, Gürcüler, Araplar, İbraniler, Mısırlılar hep kendi coğrafyaları içinde veya yakınında yaşamışlardır. Sadece Türkler bu kuralın dışında kalmışlar, yalnız onlar bu hususta bir 'anomali' göstermemişlerdir.
Birinciye bağlı zannettiğim ikinci bir tarihi 'anomali' de 'kayıp diller' olgusudur ki bu 'tarihte devamlılık' açısından kabul edilemez. Sanskritçe, Grekçe, Latince, Anglo-Cermen dilleri, Farsça, Arapça, İbranice, Türkçe gibi büyük diller, ve hatta Arnavutça, Gürcüce ve Ermenice gibi küçük diller, makul bir devamlılık gösterirler. Hepsi eski dil karakterlerini ve ana yapılarını korumuşlar, ancak kelime hazineleri değişikliğe uğramış, dost veya düşman birçok milletlerden aldıkları kelimelerle dillerinde bazı değişiklikler olmuştur.
Eski çağın kayıp dillerinin sahiplerinden olan Sumerliler, Elamlılar, Medler, İskitler, Hititler (Hattiler), Frigler, Lydialılar, Truvalılar, Etrüskler, Partlar ve Aramiler dünya uygarlığının keşfi ve yaradılışında rol oynamışlar, sanat ve kültürde yaptıkları atılımlarla eski yunan rönesansının temellerini atmışlar ve dolayısıyla da bugünkü modern uygarlıklarımızın oluşumunu sağlamışlardır.
Bu eski milletlerin dilleri coğrafyacı Strabon zamanında hala yaşıyorlardı. Öyleyse niçin bu büyük milletlerin dilleri kayboluyor da bugün yaşayan küçük milletlerin bile dilleri kaybolmuyor, ki bu küçük milletler daima o eski büyük milletlerin idareleri altında yaşamışlar, her türlü esarete ve imhaya maruz kalmışlardır.
Öte yandan, mesela koca bir Sumer devleti ve milleti ve dili yok oluyordu ki bu dil, İbrani Tevrat yazarının ifadesi ide 'bütün dünyanın konuştuğu dil idi'. Böylece, mantık yine gösteriyor ki, eğer normal tarihi gelişme ve devamlılık korunacaksa bu eski ve antik dillerin asla kaybolmamaları gerekiyordu.
Eğer bizzat tarihin kendisini düzeltmek istiyorsak, yukarıda birbirine bağlı olduğunu söylediğimiz iki anaomali'nin yok edilmesi, tarih kitaplarından silinmesi gerekiyordu. Burada çalışma alanımız olan 'kayıp diller' genellikle Sami veya Hint-Avrupa dilleri dışında kalan aglutinatif (bitişgen) bir dil grubunu oluşturuyorlardı. Bu şartlara uyan birçok kayıp diller arasında olan ve muhtelif yazarlarca - sanki Asya kıtasında tek bir dil grubu varmış gibi - 'Asyanil' tabiriyle anılan, Sumerce, Elamca, Etrüskçe, Urartuca ve Hurrice gibi denilen Ural-Altay dilleri grubuna bağlanması gerekmekteydi, ki bu grubun Avrasya'daki büyük yegane temsilcisi Türkçe'dir. Böylece iki anomalinin tarih kitaplarından çıkarılması için, bu kayıp dillerin herhangi bir şekilde veya diyalekte Türkçe ile akrabalılıklarının ispatı gerekmekteydi. (...)
'Kayıp dillerin' çözümü ile Türkçe-konuşan eski halkların tarihini ortaya döken ilerideki bölümler gösterecektir ki, hiç değilse kayıtlı 5000 yıllık tarih dönemi başlangıcında Proto-Türkler'in ana vatan'ı Anadolu-Transkafkasya-Mezopotamya üçgeni içinde kalan bölgeydi. Kültürel ipuçları ise bu ana vatanın MÖ 7000 yılında bizzat Anadolu olduğunu göstermektedir. Bu deliller, tabidir ki, aynı zamanlarda Avrupa ve Asya'nın diğer bölgelerinde de Türkçe konuşan halkların bulunmadığını göstermez. Fakat, şunu da biliyoruz ki, eski uygarlık batıdan doğuya doğru hareket etmiş ve mesela Sumer uygarlığının emareleri Çin'e (Şang uygarlığı) bin küsür yıl sonra ulaşmıştır. (...)
Türkler bundan 8300 yıl öncesinde Anadolu'da yaşadığına göre ve de o çağda Orta Asya'nın durumunu bilmediğimize göre, bilimsel olarak bütün Türklerin Orta Anadolu kökenli olduklarını söyleyebiliriz. Akdeniz kültürü de sadece Greklerin, Romalıların değil, geniş çapta bu eski Anadolu Türklerinin yarattığını düşünürsek artık ırkçılık ve aşağılık komplekslerine takılmadan kendimizi saf ve yerli Anadolu sayabiliriz.
Diğer tarafta, Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Rusya'da, Asya'da, Moğolistan'da ne zaman yerleştikleri bilinmeyen sayısız soydaş milletler Becenler, Gagauzlar, Azeriler, Kırımlılar, Türkmenler, Uygurlar, Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar, Yakutlar da kendi coğrafyaları içinde kökleşmişlerdir. Doğu'ya doğru gidildiği oranda da , Asya'nın en kalabalık milleti olan ve uzun zamanlar Türk hakimiyeti altında yaşamış olan Çin ırkının tesiriyle hafif Mongoloid tiplerinin Türk ırkına karışmasını, yani Tatarlaşmamızı, doğal karşılamak gerekir. Yoksa, bazı tarihçilerin Kırgızlar için "Siz Kırgızlar eskiden Avrupalı (yani beyaz, Kafkas tipi) bir ırktınız, Doğu'da Türklerle karışarak Asyalı (Mongoloid) bir ırk oldunuz! kabilinde söylediği yalanlar bilimsellik sayılamaz. Gerçek şu ki, Türkler, Avrasya coğrafyasında yerleşmiş olmakla ve de biraz Tatarlaşma bahasına, bizzat Avrupalıların Tatarlaşmasını önlemişlerdir. Ona rağmen, bugün Kuzey Slavlar'da, Ruslar ve Polonyalılar arasında rastlanan Mongoloid simalar Anadolu Türk halkında olanlardan daha fazladır. Ne yazık ki Batılılar uzun zamandır Türklere bu Mongoloid damgasını vurmakta birbirleriyle yarışmışlardır.
Burada, Anadolu Türklerinin dışında kalan Türklere yanlış olarak verilen 'Türki' tabiri üzerinde durmak gerekir. 11.yüzyıl büyük dil bilgini Mahmut Kaşgari bizzat kendi Orta Asya dilini ve milletini 'Türkçe' ve 'Türk' adıyla belirtmiş, bizimkini ise 'Oğuz' ve 'Oğuzca' olarak tasvir etmiştir. Fakat, Kaşgari bütün Türk ulusları söz konusu olduğu zaman genel anlamda 'Türk' tabirini kullanmıştır.
Selahi Diker
(scribd veya pdf)
TEN THOUSAND YEARS OF THE TURKS AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE
Decipherment of Lost Languages Including Etruscan, Scythian, Phrygian, Lycian, Hittite, Hurrian, Urartian, Sumerian, Archaemenid Aramaic & Elamite, Parthian...
Against the observation of Prof. W. F. Albright, “Archaeology proves the correctness of the old philosophical adage, ‘natura non facit saltum’; there is a continuity in all the apparent discontinuity of history,” an obvious artificial anomaly stands apart in history books created by the so-called ‘lost languages.’ There is a reasonable continuity in major languages such as Sanskrit, Greek, Latin, Germanic languages, Persian, Arabic, Turkish, as well in such minor languages as Albanian, Georgian and Armenian. Lost languages of significance were those of the Sumerians, Elamites, Medes, Scythians, Hittites ( Hattians), Phrygians, Lydians, Trojans, Etruscans and Arameans, great nations of their times, some creating the civilization itself and some making contributions to the arts and cultures that established the foundations of the Greek Renaissance, and through it, made possible our present civilizations. Languages of many of these nations still lived in Strabo’s age. Why then, their languages should be lost while those of the minor nations lived. How could a great nation such as the Sumerians be lost who, in the words of the chronicler, spoke ‘the language of the whole earth?’ ( Gen 11.1-2: “AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE”). Sir Henry Creswicke Rawlinson who became known as “The first successful decipherer of the cuneiform writings”, at first had considered the Sumerian a Turanian language. In any case, logic will rule that these ancient languages could not possibly die out if normal historical process and continuity had to be preserved.
According to scholars, ‘lost languages’ in question were generally non-Semitic, non-Indo-European, and also agglutinative. Languages meeting these conditions, such as Sumerian, Elamite, Etruscan, Urartian (the language of Urartu), and Hurrian, branded vaguely ‘Asian’ must be related to the Ural Altaic group of which Turkish is the only major language spoken today in Eurasia. Thus, the elimination of this anomaly from the history books depended on the proof that these languages were akin to Turkish in some form or dialect. Based on this logical point, the book solves the secrets of the lost languages, and a global distribution and development of the Turkish languages during the last five thousand years has been established.
It may be shown that the culture of 6300 B.C. Anatolia discovered at Çatalhöyük by Archaeologist James Mellaart is Turkish. The Anatolian Mother Goddess represented by two leopards (back cover of the book – above picture on the left; photo by Mrs. Mellaart) found by Prof. Mellaart was also known 6000 years later to the Etruscans (front cover – picture on the right; photo by Editions d’art Albert Skira) who have been shown in this book to have spoken a Turkish dialect.
Other lost languages including Sumerian, Scythian, Phrygian, Trojan, Lycian, Hittite (Hattian), Hurrian, Urartian, Pelasgian (Oghur Turkish, the ancestor of the Hungarian – Finnish, Chuvash and perhaps the ancient Cimmerian language), Achaemenid Aramaic (official language of the Achaemenid Persians, translated partly by R. A. Bowman), Elamite (also an official language of the Persians, phonology and morphology of which is well investigated by Herbert H. Paper), Median, Parthian (the language of the super power of the East that challenged the Roman Empire), and several languages of Central Asia including that of Sakas (Yueh-Chih), Sogdians (considered by Richard N. Frye and others as Iranian), White Huns (Hephtalites) have been deciphered in this book through translations of existing texts, using normally accepted phonetics of the Aramaic-Phoenician alphabet or applying a modified ‘filtered’ cuneiform reading in which according to Hincks (transmitted by Sumerologist Samuel Noah Kramer) ‘one and the same cuneiform sign could stand for more than one sound or value’, and / or through translation of local geographical names and of personal names of kings and nobles. All these languages are thus proved to be basically Turkish. It has also been established that Turkish-speaking peoples had important roles in the founding of the ancient Chinese civilization as well as Egyptian civilization.
Again, in this long period, Turkish languages have not changed very much in their basic structures. Even the border-line languages such as the Hungarian language and the Finnish language which have apparently borrowed large amounts of foreign words from neighbouring nations to swell their vocabulary, have preserved the character, the structure and the grammar, all undoubtedly Turkish, of their basic languages.
Through re-translation of part of 8th century Gokturk (Göktürk) inscriptions a contemporary Turkish Buddhist Kingdom on the Silk Road has been discovered, a kingdom that may go back at least to the beginning of the first century.
It has been further shown that 13th century Mongol language and present Chuvash language are not independent Ural Altaic languages but are essentially Turkish in their structure and vocabulary. Along with this, a Turkish-speaking world of Marco Polo is also discovered and some of Polo’s Turkish words and expressions are explained in this work for the first time.
The Issyk inscription found recently in a fifth-century B.C. royal tomb in Central Asia near Lake Issyk (ıssik Gol) belonging to a royal person dressed in a magnificent gold attire, have been re-translated correctly and it is discovered that the man and relatives accompanying the dead royal persons in Turkish tombs were doing so ‘voluntarily’.
It has been shown in Chapter 6 that the smallpox inoculation, the first important break-through in the medical history, was invented in the Ottoman Empire.
The book is divided into four parts. First part (Chapter 1 thru 6) discusses and re – discovers Turkish languages and civilizations of the last fourteen hundred years. Part II (Chapters 7 thru 29) covers the main subject, deciphering of lost languages. Part III (Chapters 30 thru 32) discovers the effect of ancient Turkish dialects on the other language groups. Here, it is shown that ancient Greek language was most likely first built on the language of the Pelasgians who inhabited Greece before the Greeks, and that the majority of the names of the Greek gods and goddesses can be explained in Turkish dialects. Finally Part IV (Chapter 33) is devoted to analysis end decipherment of ancient and modern geographical names. The work ends with an epilogue.
BIOGRAPHY
Dr.Selahi Diker, born in Trabzon, Turkey, finished Istanbul Erkek Lisesi, attended Istanbul Technical University for two years, graduated from King’s College, University of Durham as a mining engineer. He completed his graduate work in Colorado School of Mines, Golden, Colorado, and received a Doctor of Science degree majoring in geophysical engineering.
In 1952, he joined the Institute of Mineral Research and Exploration in Ankara, he held from 1955 to 1958 the position of chief geophysicist. From 1958 to 1962 he was employed by the Empire Geophysical in U.S.A., where he was made Assistant Chief Geophysicist. In 1962, he joined Pure Oil Company where he helped set up Pure’s Dallas (Exploration) Center in Texas and was instrumental in the discovery of some of Pure’s oil and gas fields in West Texas and Southern New Mexico. After Pure’s merger into Union Oil Company of California, he spent three years in the Middle East in the company’s exploration efforts in the Persian Gulf and the Arabian Peninsula. After spending a year in Union’s Los Angeles office, he returned to Turkey in 1968 to work for Turkish Petroleum Company as exploration advisor. In 1969 he set up a consulting office and helped several oil companies including; Hamilton Brothers and Turkish Petroleum Company, in their petroleum exploration activities in Turkey. He also held, for a few years, a part – time teaching position in Middle East Technical University’s Graduate School in Ankara.
His main hobby; history and languages, had started back in his school years in Istanbul Turkey, and continued in England and U.S.A. His new findings and original discoveries reached such a stage that he retired from his professional work in late nineteen eightees to spent his full time to put them into a scientific form. Result was the book; AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE, with a second title, Ten Thousand Years of the Turks.
*
KISAMOV, Norm
Born and educated in Moldova, Mr. Kisamov spent a 40-year carrier as an industrial automation engineer. He emigrated from Russia to the USA in 1978, when the USA patronized immigration of educated people from Russia. For the last 15 years, he was the webmaster of the site "turkicworld.org", which serves as a non-commercial, educational publishing outlet for the Turkologists who could not propagate their studies in Russia and whose works were unknown to the Western world. He has translated a number of Turkological books to English, most of them were posted at that site, a few were published in Russia, in post-Soviet countries, and one was supposed to be published in Germany. Mr. Kisamov was assisting the writers as a volunteer. In his 15 years of working with various aspects of Turkology, he has amassed a significant collection of Turkisms cited by various authors, who were pointing out Turkisms in English and/or Germanic languages. Tracing and verifying etymologies of the cited lexemes, he encountered numerous other cognates, which led him to assemble a draft of the article that is published abridged in this issue, and unabridged as Supplement. By that time, the volume of the lexicon far exceeded accepted criteria formulated to discern random borrowings from genetic kinship. Mr. Kisamov is not a linguist, nor does he pretend to be a scholar. However, with some kind help from the sites contributors, he was able to systemize and organize his collection, and prepare etymological comments. His interest in Turkic history arose quite accidentally, but it quickly riveted him, he was growing into it for the last 25 years, and still, after a quarter century of reading and translating, he has only scratched the surface. Previously, he has authored a couple of articles on Turkological subjects related to the Scythian history.
Bikkinin Irek: Türkic borrowings in English
Türkic Substrate in English - Appendix to Türkic borrowings in English
Yusipova R.: Türkic suffixes in English (Turkish angle)
Stetsyuk V.: Germanic-Chuvash Türkic Parallels
Toth A.: German Lexicon
Ekholm G.: German Ethnology
Mc Callister R.: Non-IE substrate vocabulary in Germanic languages
Toth A. :Turkic and English
Adji Murad: English Kipchaks
Stevens C.: Germanic-Türkic traits
Rassokha I.N.: Ukrainian pra-motherland of Indo-Europeans
R.Harding: Genetic distances of European language families
G.Shuke: Türkic substrate of Slavic and Baltic
Drozdov Yu.: Turkic European History
R.Mc Callister: Non-IE Germanic
V.Stetsuk: Türkic, Slavic and Iranian
P. Tzvetkov: Origin Of Bulgarians
E.N.Shipova :2,000 Türkic words in Russian
S.Pletneva: Kipchaks (Sect. Badjanaks/On Slavic migration)
P.Tzvetkov: Origin Of Bulgarians
F.Fattahov: Prosthetic V in Slavic-Türkic words
E.R.Schena :Russian Monetary system
I.Nigmatullin: Bulgarian Toponymy
Z.Miftakhov: Pre-Russian E. European Toponymy
Turkic/E.Iranian (Ossetic, Pamir) Phonological Correspondences
Red book of endangered Türkic languages in Russia
M.J.Hashimoto: Altaicization of Northern Chinese
Hadji Murad: Yiliuf Türkic-Chinese lexical parrallels
N.A.Baskakov: Chinese loanwords in Türkic languages (PDF in Russian)
A Lubotsky: Turkic and Chinese loanwords in Tocharian (i.e. Kucha)
Dr.Phil Herman Kvergic, had sent to Atatürk a copy of his work "La Psychologie de Quelques Éléments des Langues Turques", and this was presented at the Third Language Congress in 1936.
0 Yorumlar