Pan-Helenizm ve Türk Tarih Tezi - Edebiyat Bende

Pan-Helenizm ve Türk Tarih Tezi




Bir batılının, nalıncı keseri gibi habire kendine yontusuna, insan usunun doğal eleştiriciliğinden vazgeçip 
sömürge olmaya alışmış eski doğu kafasıyla "lebbeyk" diyemeyiz.
Halikarnas Balıkçısı


Taşbaba/Balbal - Üç-Enmek/Altay.
Uch-Enmek / Karakol / Altay ; #Turkish of etymology
#Turks #Turkic #Altai
Turkish Culture & Art



...en anlamlı örnek Sümer Türkleri sorunudur. Sümerce ile Türkçe arasında çok sayıda eş anlamlı sözcüğün varlığı yıllardır iddia edilir (Hommel 1915). Sümerlilerin ünlü Ur mezarlarının kazıcısı Sir Leonard Woolley, kazılar tamamlandıktan çok sonra yayınladığı kitaplarının birinde, giriş bölümünde, Sümer dilinin eski Türkçe (Turanca)'ye benzediğini ifade eder: "...The Sumerians were a dark-haired people "black-heads" the text call them speaking an agglutinative language somewhat resembling ancient Turkish (Turanian) in its formation though not in its etymology; judging by their physical type they were of the İndo-European stock in appearance not unlike the modern Arab, and were certainly..."(Woolley 1965,6).


Türkçe ile Sümerceyi karşılaştırmak için Türk akademisyenin ne Sir Leonard Woolley'in ne de başka birinin desteğine ihtiyacı var. Onu yorum yapmaya gerek kalmadan anlarız: Sümerlilerin yerli Mezopotamyalı ya da Kuzey Afrika'dan olmadığını, bölgeye muhtemelen dağlık bir ülkeden geldiğini biliyoruz. Eklentili bir dil olan Sümer dilinin aynı kültür bölgesindeki Akadca'dan Asurca'dan, Babilce'den farklı olduğunu, hele hele Hint-Avrupalı denilenle hiç ilgisi olmadığını biliyoruz. Sümerce-Türkçe bağlantıları üzerinde bazı akademik çalışmaların varlığını da biliyoruz. Bunların, okuyucuyu ikna etmekte yetersiz olduğunu da ayrıca biliyoruz. Çoğu zaman, her ortamda "Sümer" sözcüğü ile "Türk" sözcüğünü aynı cümlede kullandığımız zaman "hafife" alındığımızı da. Bitirdiğim Türkiye'nin üç köklü üniversitesinde yaşadığım ve konudan çıkardığım sonuç budur.


Oysa, örneğin Göbeklitepe akeramik neolitik kültürünü Proto-Hint-Avrupalılara bağlayanları, hem kendi milleti hem de bizim milletimiz baş tacı etmiştir. Maddi manevi ödüllendirmiştir. Rahmetli meslektaşımız Klaus Schmidt bunların başında geliyordu. Ne yaman çelişkidir. İkna gücü zayıf bile olsa, zaman harcayarak Sümer-Türk bağlantıları üzerinde kafa patlatmış bir Türk akademisyenin iyi niyetli emeği ile dalga geçerken, MÖ 3.binin Stone Henge'i ile MÖ 10.binin akeramik neolitik tapınak kompleksini karşılaştırabilecek kadar şuurunu kaybetmiş bir yabancı akademisyenin ürettiği tuhaf ve ideolojik sonuçlara alkış tutan, ilk adıyla hitap ederek aynı kareye girmekten kendine övünç payı çıkartan şahsiyetsiz Türk arkeologlardan bahsediyoruz.


Ama bu sağlıksız düşünce biçimi Türkiye'de dünden bugüne oluşmadı. Yükseköğretimde emperyalist dayatmalar yıllar yılı sadece tarih biliminde değil aynı zamanda akademisyanın her alanındadır. Türkiye üniversitelerinden mezun olan arkeologların her üçünden ikisi yıllar yılı Helen-Roma arkeolojisine kanalize edilmektedir. Bu kendiliğinden oluşan bir durum değil elbet. Klasik arkeoloji denilen bu dal, belli bir tarihten itibaren Türk yükseköğretimine emperyal güçler tarafından dayatılmıştır. Klasik arkeoloji Pan-Helenizmin kendisidir. Ulusal hiçbir yanı yoktur. Ulusal tarihe karşıdır. Ama modern dünyada durum öyle değil.


Dünyanın her yerinde klasik arkeoloji eğitimi ve araştırmaları yapılır. Ama gelişmiş ülkelerin ulusal arkeolojisi önceliklidir. Bunu unutmayalım. Pan-Helenist yaklaşım, masum Anadoluculuğa bile karşıdır. Savunucularına göre Pan-Helenizm evrensel uygarlığın temelini teşkil eder. Diğer antik kültürler alt kültürlerdir. Pan-Helenist yetişen arkeolog haliyle "Sümer" ile "Türk" sözcüklerini yan yana getireni de adam yerine koymaz. Pan-Helenistliğinin farkında olmadan adamla alay bile eder. Dolayısıyla Türkiye arkeolojisinde yıllar öncesinden dayatılan Pan-Helenist eğitim sistemi ülkemize Pan-Helenist arkeologlar yetiştirmiştir. Bu sistemin başındaki kişi bugün hayatta değildir. Dünyanın en büyük Pan-Helenistlerinden biri olan rahmetli ve sevgili Ekrem Akurgal hocamızdan söz ediyorum. 


Cumhuriyet'in ilk yokluk yıllarında yurtdışında eğitim almak üzere gönderilen birkaç kişiden biridir. Atatürk Cumhuriyeti Ekrem Akurgal'ı, Türkiye'nin en zeki insanlarından biri olan Sedat Alp'i ve aynı niteliklerde bir diğeri Halil Demircioğlu'nu ve o kuşaktan şanslı ve esas anlamda zeki daha birkaç kişiyi Türkiye arkeolojisine, Anadolu tarihi araştırmalarına yön vermelerini umarak eğitim almaları için yurtdışına göndertmişti. Ancak onlar ülkelerine tamamen yabancılaşmış olarak döndüler. Örneğin Ekrem Akurgal, bir tarihte "Cevat Şakir Kabaağaç Ödülü"nüne layık görülmüş, ama Yunanlı dostları gücenir gerekçesiyle bu ödülü kabul edememişti. İşin kaynağındaki kişi bu zihniyette olunca, onun yetiştirdikleri de (bir kişi hariç) ondan daha farklı olmadı.


İlginç olan şudur: Örneğin Adıyaman Üniversitesi ya da Erzurum Atatürk Üniversitesi yoğun biçimde ülkeye Pan-Helenist arkeologlar yetiştirme çabasındadır. Nerede Adıyaman, nerede Pan-Helenizm. Henüz üniversite bile olamamış kurumlarda iddialı klasik arkeologlar ne olduğunun farkında bile olmadan Pan-Helenisttir. Onların içinden akademisyen olarak çıkanların da hemen tamamına yakını işin farkında değildir. Şimdi bu grubu oluşturan akademisyen takımı arasından birilerinin Avrasya Türk arkeoloji yapmalarını nasıl beklersiniz?


Doğal olarak bizim uğraştığımız bu konulara yönelmelerini sağlayabilmemiz mümkün değildir. Bırakın Dravid-Türk ilişkisini, "Sümer" ile "Türk" lafının bile bir araya gelmesine gıcık olan bir arkeolog yığını yetiştirmiş Türkiye yıllar yılı. Lafımı hikayemize değen bir şiirden iki dize naklederek bitiriyorum:



Herifçioğlu Sen Mişel'de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal'ı


Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun bir şiiridir. Zamanında Fransa'da yaşayan ve çenesinde sakal bırakmış bir Türk aydınının, Türk Edebiyatı'nı küçümsemesini ve bu işlerim Mahmut Makal ile yürümeyeceğini söylemesi ile Eyüpoğlu'nun sinirlenip yazdığı bir şiirdir. Ne güzel de yazmıştır...


Prof.Dr.Semih Güneri
‘Türk-Altay Kuramı’ syf 223-224


Atıyla gömülen Türk savaşçısı (40 yaşında) - MS 7.yy
Altay , Doğu Kazakistan


Avrasya Göçebe Kültürler arkeolojisi uzmanı Prof. Dr. Semih Güneri’nin yazdığı “Türk Altay Kuramı: Arkeolojik Belgeler Işığında Kuzey Asya’da Erken Türk Kültür Tarihi” adlı kitap yeni keşifleri ortaya çıkaracak. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin kurumsal iletişim dergisi İmbat Dokuz Eylül (İDE)’e konuşan Güneri, “Kitap Türkiye’de ve yurtdışında bir ilk. Arkeolojik araştırma yöntemleri kullanılarak uzak Asya’daki Türk tarihini yazdık. Yakında Kaynak Yayınları’ndan çıkacak. Arkeolojik belgeler üzerine yazılmış bir “Türk Tarih Tezi”dir” dedi.


Prof. Dr. Güneri’nin kitabında, MS 6-8’nci yüzyıllar arasında başlatılan Türk tarihi, MÖ 13 binlere hatta hipotetik düzlemde 18 binlere kadar geriye götürülüyor. Güneri kuramını şöyle özetliyor: “Tarihçilere göre Türk tarihi neye göre yazılır? Orhun anıtları dediğimiz yazılı taşlardaki Runik yazıtların ışığında ya da Çin kaynaklarının belli bir tarihi aydınlatan yıllıklarına bakarak. Bunların zaman aralığı MS 6-8’inci Yüzyıllardır. Tanımlanmış arkeolojik belgeler varsa biz buradan hareketle, daha erken zaman dilimine doğru yürüyebiliriz. Arkeolojik stil gelişimi yöntemlerini kullanarak Türk dili konuşan halkların hangi erken zaman dilimlerine ulaştığını bilebiliriz. Burada başarının yolu, arazi deneyiminden ve malzemeyi çok iyi tanımadan, tanımlamadan geçiyor. Doktora öğrencilerimle birlikte ortaklaşa yürttüğümüz çalışmalarımız boyunca bir yandan arkeolojik belgelerin analizlerini diğer yandan genetik çalışmaların sonuçlarını değerlendiriyoruz. Bu süreçte işlenmiş malzeme bize şunu gösterdi: Yer-Kuzey Asya. Yenisey ve Lena Irmakları arsasındaki mikro-klima alanlar. Bu alanlarda, çeşitli buzul dönemlerinden buzullardan muaf kalmış küçük alanları. Üst Paleolitik dönemlerden itibaren bu alanlarda kendilerine yaşam alanları yaratan popülasyon.


Bu noktadan tüm dünyaya yayılan Neolitik Çağ öncesi göçler. Doğu’da Priamurya Bölgesi. “Yeni Dünya”, yani Kuzey Amerika. Batı’da yakın Doğu’ya, Anadolu ve Mezopotamya göçleri. Güney’de Çin Merkezi Ovalarına, Moğalistan’ın bozkır kuşağına göçler. Güney’de ise bir yandan İndus Vadisi’ne diğer yandan da Transhimalayalar üzerinden Tibet’e göçler. Bütün bu hatlar, yıllarca arkeolojik belgeleri izleyerek belirlediğimiz göç yollarıdır.


TEK TİP ETNİK GRUP

Elimizde sadece arkeolojik stil yöntemleri ve onu uygulayacak malzememiz var. Bu bir. İkincisi, Kuzey Asya dediğimiz coğrafyadaki bugünün yer adları önemli verilerdir. İlginçtir, bölgedeki coğrafya adlarının neredeyse tamamına yakını Türkçe’dir. Üçüncüsü önemli bir diğer çıkış noktamızdır: Baskılama yöntemiyle üretilen taş aletler. Bu analizler, Altaylar kültür coğrafyasından çıkan küçük bir etnik grubun dört yöne dağılım haritasını veriyor. Bu harita bizim göç haritamızla yüzde 60-70 oranında örtüşüyor. Bir başka veri ise genetik araştırmaların sonuçlarıdır. Altaylar kültür coğrafyasından çıkan göçler bizim göç haritamızla tuhaf biçimde neredeyse tam olarak çakışıyor. Bu çok ilginç. Arkeolojik belgeler üzerinden Neolitik Çağ’a kadar sürdüğümüz bu tek tip etnik grubun tarihini Mezolitik Çağlara (MÖ 13 binler) kadar götürüyor. Türk tarihi, reyting avcısı TV programlarına son yıllarda çok konu oluyor ve tarihçi olan birkaç akademisyen o programların daimi konukları oluyor. (...) Türk tarihi konusunda bir şey bilmeden ahkâm kesen her akademisyen, bir gün mutlaka hak ettiği yanıtı Türk-Altay Kuramı’ndan alacaktır. Hedefimde Türk tarihçileri vs. yok. Hedefimizde Hint-Avrupacı Batılı spekülatif akademisyenler var. Kitapta onlarla kıyasıya hesaplaşıyoruz.”

Aydınlık,26 02 2018




"Anadolu ve Mezopotamya kültür bölgeleri erken Türk-Altay halklarının önemli bir toplanma alanıdır. Hatti, Hurri, Sümer, Elam, Luristan demircileri, Kassit, Hiksos ve onlara bağlı küçük grupların bu bölgelerde bulunuşları tesadüfi değildir."





NOT: Prof.Dr.Semih Güneri  Hint-Avrupacılığı eleştirir, yani kitabın başlığına takılmamak gerek, ama Türklerin anayurdunu Yenisey-Lena bölgesi olarak gösterir. Ayrıca "Tarım Havzası'ndaki mumyalar için Hint-Avrupalı derlerdi ama, bu teorileri kesinlikle çökmüştür." açıklamasını da yapmıştır. Burada anlatılanları "Urmu Teorisi" ile birleştirmek gerek. "Türk-Altay" teorisini Hint-Avrupacılar ortaya koymuştur. Türkler Güneydoğu Anadolu, Kuzey Mezopotamya ve Azerbaycan-Türkmenistan bölgesi içinde doğmuş olup, bazıları yerinde kalırken, bazıları da batıdan çok doğuya göçmüş, çoğalmış ve yine bazıları tekrar atalarının doğduğu bölgeye geri dönmüştür, der Azerbaycan alimleri.


Prof.Dr. Firudin Celilov : "Hakasiya 15-17 binyıl önce buzlar altında idi. (...) Neçe ki avropalıların üretdiği yapay Altay teorisi (Altaydan geldiğimizi öne sürerler) gündemde olacak, Türkün gerçek tarihi ortaya çıkmaz. URMU teorisini okuyun. (...) Göç Göbeklitepeden doğuya olabilir, aksi olamaz. Aksini söylemek için doğuda Göbeklitepe'den daha kadim bir tapınak bulmaları lazım, Var mı böyle bir tapınak?"


Prof.Dr.Gazanfer Kazimov : "...8000 yıl önce (yani, m.ö. 6. binyılda) Altay’da hiçbir insanoğlu yaşamamıştır. Bu çağda insanın yaşadığı yerler olarak Anadolu’nun güneyi, Mezopotomya toprakları, İran yaylası adlandırdığımız topraklar ve Türkmenistan bozkırlarının batısı gösterilmektedir. Bugün Türk yurdu gibi sunulan yerlerdeyse yerleşim çok sonralar- 5000 yıl önce başlamıştır. (...) Avrupa bilimadamlarının sözkonusu teorisinde Türklerin yerleşim yeri olarak Sayan-Altay’ın gösterilmesi kasıtlıdır ve eski Azerbaycan ve Anadolu topraklarına Türklerin sonradan gelme olduğunu kanıtlamak amacını taşımaktadır. Bu tarihi doğru bilmemekten doğan bir konu. Altay Türk’ün beşiği değil. Türk’ün beşiği Anadolu’nun güneyi, Azerbaycan ve özellikle, Mezopotomya topraklarıdır...."


Bu açıklamaya "ama Çin'deki piramitler..." öne sürülürse...


Çin'deki Piramitlerin en eskisi MÖ 4700-2900 arasına yerleştirilir (Mısır'dakiler de MÖ 2600 den başlar, ki "Mısır'ın ilk sakinleri Türkler" i Afet İnan'dan biliyoruz :)). Avrupacılar Türklerin Anavatanını Altay olarak gösterir, lakin buz devrinin bitmesiyle Altay çevresindeki katastrofik seller MÖ 12000 - MÖ 9000 arasında meydana gelmiştir, yani yaşam yoktur. Anau Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya inen ve asıl Sumerlilerin anlattığı (kutsal kitaplardaki Nuh Tufanı. Sumerlilerin bir kısmı da Anau'dan Harappa'ya, Çin'e gitmiştir. bknz. Begmyrat Gerey)) tufan da bu mudur, bilemem. Çin'deki piramitlerde bu bölgeye kaçmış olanlar tarafından yapılmış olabilir, ama bu bölge Türklerin anavatanı değildir. Türklerin anavatanını dil ve kültür göçüne göre de değerlendirmek gerekir. Kazimov Altay'ı Türklerin ikinci vatanı olarak görür, orada çoğalmış ve geri dönmüştür der. Bu da Ağasıoğlu'nun (Urmu Teorisi) haritasını haklı çıkarır; Türkler MÖ 20000 lerde bu bölgede yaşamış ve dağılmıştır, ki Sibirya coğrafi adının, Güneydoğu Anadolu'nun yerlisi olan Subar Türkleri'nin Sibirya'ya gitmesinden sonra verilmesi de düşündürücüdür. Ayrıca Kylosov'a göre Kurgan kültürünün taşıyıcıları kesinlikle Türklerdir ve bu göç MÖ 4000 lerde Volga-Dnieper de başlayarak doğu yönünde dağılır, der. Paleolitik ile Neolitik dönemlerde millet kavramı yoktur, kabilelilik vardır. Peki, topluluklar ne zaman kabilelikten çıkıp milletleşmeye başlamıştır? Bunun cevabı da önemlidir. Hatırlamalıyız ki, biz bir çok boydan meydana geliriz ve her yöne de dağılmışız. Göbeklitepe, insan yapımı en eski 'tapınak'tır, ondan önce (ya da henüz bulunmadı) yapılmış ya da yaşıtı olan başka bir yapı yoktur. Saymalıtaş (3500 rakımlı) Kaya resimleri (10 binin üzerinde resim) mesela; bazıları 15.000 yıl öncesinden başlatıyor (Servet Somuncuoğlu:, video: ), bazıları 7000 yıl öncesine [(yani MÖ 5000) Sadi Somuncuoğlu:] dayandırıyor, bazıları da MÖ 3000'den başlatıyor (unesco:). MÖ 6000'den öncesine ait yapı diyebileceğimiz bir şey yok (ya da henüz bulunmadı). Alttaki kitaptan çizelgeyi de inceleyelim. (Çizelgenin devamı kitabın 308-309 sayfasında) ... SB.



The most important prehistoric and early historic cultures of Central Asia






"Anadolu bir kültür köprüsü, batılıların ilgisi ortada, kendileri ile ilgili Yunan, Roma dönemleri ile Hititler de daha çok çalıştılar. Türk arkeologlar da onlara öykünerek biraz o konulara daha fazla ağırlık vermişiz. Bu arada biz Türk milleti olarak, üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, yani Türk Tarihi Arkeolojisi araştırması açısından maalesef çok fazla üzerine gidemedik. Bunu bir hata olarak görüyorum, şöyle bu iş Sanat Tarihine bırakılmış... Bir de şöyle bir durum var, Türklerin Anadolu'ya girişi 1071, kilişe bir rakam ile verilmiştir. Sanki 1071 öncesinde hiç Türk yokmuş gibi, biz de şartlanmış gibi hep sonrasına bakıyoruz, tamam 1071 bizim için  önemli ama, Türkler de 'aa burada da bir ülke varmış gelip burayı da fethedelim' diye gelmediler. Binlerce yıldır Anadolu bir köprü vazifesi gördü, Türkler nerede yaşıyorsa, Anadolu'nun varlığından haberdardı. 1071 öncesine giden bir Türk Tarihi de var Anadolu'da. Mesela, Mesudiye-Esatlı'daki kaya resimleri, Ankara-Güdül'deki kaya resimleri, Kars ve Antalya'daki kaya resimleri, bunların hepsi araştırılmayı bekliyor, uzman bile yok yani. Çok önemli bir konu, Eski Türklerin ölü gömme adetlerini yansıtan Kurgan mezarları.. bundan o kadar uzağız ki, belki de İslam öncesi Anadolu'ya gelmiş Türklerin mezarları tarlalarımızda, bahçelerimizde, yanından geçiyoruz haberimiz yok. Ama elin adamı Hint-Avrupalı diyip Romas'ını, Grek'ini de, Hitit'in de, burada bir sürü para harcayıp gelip inceliyorlar.. Asya'ya hakim bir milletsiniz ama Anadolu'dan haberiniz yok. Dolayısıyla, bizim İslamiyet öncesi Türk Tarihinin Anadolu'daki geçmişine yönelik arkeolojik çalışmalar da yapmamız gerekiyor. Bu vesileyle biz, hem Türkiye'deki çalışmalara, hem Orta Asya'daki çalışmalara hasbel kader, zaman zaman katılarak, hatta bu alanda uzmanlar yetiştirerek destek olmaya çalışıyoruz."

Prof.Dr.Yücel Şenyurt
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Ordu Kurul Kalesi Kazı Başkanı