İnsan olmak, insan kalabilmek, insanca davranabilmek, insanın hak ettiği biçimde yaşamını sürdürebilmek... Kadın ya da erkek olmak, kendi cinsinin duyarlılıklarına sahip olmak elbette önemli. Ama kadın veya erkek "insan" olamadıktan sonra var olmak neye yarar? Hiçlik, belki de yokluk değil midir bu?
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüydü. Görkemli kutlamalar, anmalar, yürüyüşler yapıldı. Bu öyküye İnstagram sayfamda da yer verdim. Bugün blogda yazmayı düşündüm. Özel günlerde bir gün değil, her gün duyarlı olmanın gerekliliğini düşünerek.
Bugün 11 Mart. Kadınlar adına birkaç günde mucizeler yaratılmadı elbette, ama her özel gün yeniden düşündürüyor, sorunları hatırlatıyor.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde bir emekçi kadının gerçek yaşam öyküsünü anlatacağım. Adını yazmayacağım. Adlar gerçek yaşama ne kadar yakın, ne kadar uzak? Kişilikler, kimlikler adlardan ne kadar etkilenmişlerdir, bilinmez.
Yeter, bir annenin 5 çocuğundan dördüncüsü. Bir yakınlarının düğün günü, onların felaket günü oluyor.
Coşku, trajediye dönüşüyor. Anne babası düğüne giderken bindikleri arabaya bir tır'ın çarpması sonucu uçuruma yuvarlanıyorlar. Hurdahaş olan arabanın içinde ikisi de can veriyor. Yol uzun olduğu için gitmeden çocuklar dedeye bırakılmıştır.
Yakın akrabalarının ekonomik durumları, çocukların bakımını üstlenmeye elverişli değildir. Ailenin yıkımı sonucu üç büyük kardeş dedelerine veriliyor. 5 yaşındaki Yeter ve 3 yaşındaki erkek kardeşi, uzak bir kentteki kız ve erkek yetiştirme yurtlarına verilirler. İki kardeş birbirlerinden de ayrılmşlardır.
Yurtlarla ilgili öyle olumsuz izlenimler edinmişiz ki; önce içim titriyor, sanırım belli de ediyorum. Ama o beni rahatlatıyor. İyi bir yönetici, vicdanlı eğiticiler çocuklara yaşanabilir, güzel bir dünya yaratmışlardır. Oradaki günlerini anlatırken gözleri parlıyor; "Hafta sonları öğretmenlerimizle pikniğe, sinemaya giderdik"
diyerek anlatıyor.Çocukları mutlu etmek nasıl da kolaydır. Günlük yaşamı farklı kılan her şey onlar için mutluluk kaynağı olabilir.
Yurtta geçen beş yılın ardından dayısı onu yurttan alıyor. Kardeşi diğer yurtta kalıyor, öğrenimini tamamlıyor. Yeter sonra ortaokulu bitiriyor. bir süre dayısıyla birlikte okul kantinlerinde çalışıyor. Bu arada yeni bir acı yaşıyor, dayısını kaybediyor. Acıya alışan pek çok insan gibi hayatta mücadelenin zorunlu olduğunu,ayaklarının sağlam yere basması gerektiğini öğreniyor. Pes etmiyor.
Yeter dayısının ölümünden sonra evlenir. Sonu boşanmayla biten mutsuz bir evliiık biraz kırıcı, biraz üzücü yılları içerir. Yalnızlık bir süresonra onu yeni bir evliliğe yönlendirir. İkinci eşiyle tanışır. Yeter'in değerini bilen, ona önce insan sonra kadın olduğunu hissettiren bir eş. Yeter'in "hayatta her şeyim" dediği bir oğulları olur. O'na çoğunlukla adıyla seslenmekten çok "Paşam" diyerek hitap ediyor. "Oğlum varlıktan çok yokluğa alışsın istiyorum" sözü onun.
Geçmişte yaşadığı günlerden onda kalan en kalıcı iz, böbrek hastalığı. Böbrek sancısı tutunca hayatı çekilmez oluyor, zaman duruyor adeta. Hakkını her zaman, her yerde savunabilecek mücadeleci bir karakteri var. Bir dönem öfke kontrolüne de gitmiş.
"Karmaşık, sorunlu toplumlarda öfkesini kontrol edebilenleri kahraman ilan ediyoruz." diyorum. Birlikte gülüyoruz. Zaten gülmediği zaman yok gibi.
Hayatın zorluklarına gülümseyerek, dik durarak, hakkını savunarak karşı duruyor. "Oğlumun varlıktan çok yoksulluğa alışmasını istiyorum." sözü o'na ait.
Binlerce kadının, kadınlığının bilincinde olmadan yaşadığı, dövüldüğü, hor görüldüğü, öldürüldüğü ülkemizde özellikle kırsal kesimde bilmediğimiz, tanımadığımız kim bilir daha kaç tane Yeter var?
Kimisi kendini kurtarabiliyor, hayata direnerek, kendine güvenerek, hakkını savunarak...
Bugün onlardan birinin kişiliğinde; üreten, emek harcayan, kendini ezdirmeden insan kalabilen tüm kadınların Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyorum. Onlara sembolik olarak kadınları simgeleyen, çiçekleri ince, naif, kırlgan, dalları ise sanki tehlikelerde savunabilmek için dikenli, mimoza çiçeklerinden armağan ediyorum. Kadınlarımızı ben
toprak altında zorlu kış şartlarında kalıp sonra baharla birlikte baş veren, yeşeren , adeta "ben de varım" diyen kardelenlere, arpa zambaklarına benzetiyorum.
Sadece bir gün değil, yıl boyu yolları hep açık olsun, karşılarına onları incitmeyecek, hırpalamayacak iyi insanlar çıksın...
Yeter, bir annenin 5 çocuğundan dördüncüsü. Bir yakınlarının düğün günü, onların felaket günü oluyor.
Coşku, trajediye dönüşüyor. Anne babası düğüne giderken bindikleri arabaya bir tır'ın çarpması sonucu uçuruma yuvarlanıyorlar. Hurdahaş olan arabanın içinde ikisi de can veriyor. Yol uzun olduğu için gitmeden çocuklar dedeye bırakılmıştır.
Yakın akrabalarının ekonomik durumları, çocukların bakımını üstlenmeye elverişli değildir. Ailenin yıkımı sonucu üç büyük kardeş dedelerine veriliyor. 5 yaşındaki Yeter ve 3 yaşındaki erkek kardeşi, uzak bir kentteki kız ve erkek yetiştirme yurtlarına verilirler. İki kardeş birbirlerinden de ayrılmşlardır.
Yurtlarla ilgili öyle olumsuz izlenimler edinmişiz ki; önce içim titriyor, sanırım belli de ediyorum. Ama o beni rahatlatıyor. İyi bir yönetici, vicdanlı eğiticiler çocuklara yaşanabilir, güzel bir dünya yaratmışlardır. Oradaki günlerini anlatırken gözleri parlıyor; "Hafta sonları öğretmenlerimizle pikniğe, sinemaya giderdik"
diyerek anlatıyor.Çocukları mutlu etmek nasıl da kolaydır. Günlük yaşamı farklı kılan her şey onlar için mutluluk kaynağı olabilir.
Yurtta geçen beş yılın ardından dayısı onu yurttan alıyor. Kardeşi diğer yurtta kalıyor, öğrenimini tamamlıyor. Yeter sonra ortaokulu bitiriyor. bir süre dayısıyla birlikte okul kantinlerinde çalışıyor. Bu arada yeni bir acı yaşıyor, dayısını kaybediyor. Acıya alışan pek çok insan gibi hayatta mücadelenin zorunlu olduğunu,ayaklarının sağlam yere basması gerektiğini öğreniyor. Pes etmiyor.
Yeter dayısının ölümünden sonra evlenir. Sonu boşanmayla biten mutsuz bir evliiık biraz kırıcı, biraz üzücü yılları içerir. Yalnızlık bir süresonra onu yeni bir evliliğe yönlendirir. İkinci eşiyle tanışır. Yeter'in değerini bilen, ona önce insan sonra kadın olduğunu hissettiren bir eş. Yeter'in "hayatta her şeyim" dediği bir oğulları olur. O'na çoğunlukla adıyla seslenmekten çok "Paşam" diyerek hitap ediyor. "Oğlum varlıktan çok yokluğa alışsın istiyorum" sözü onun.
Geçmişte yaşadığı günlerden onda kalan en kalıcı iz, böbrek hastalığı. Böbrek sancısı tutunca hayatı çekilmez oluyor, zaman duruyor adeta. Hakkını her zaman, her yerde savunabilecek mücadeleci bir karakteri var. Bir dönem öfke kontrolüne de gitmiş.
"Karmaşık, sorunlu toplumlarda öfkesini kontrol edebilenleri kahraman ilan ediyoruz." diyorum. Birlikte gülüyoruz. Zaten gülmediği zaman yok gibi.
Hayatın zorluklarına gülümseyerek, dik durarak, hakkını savunarak karşı duruyor. "Oğlumun varlıktan çok yoksulluğa alışmasını istiyorum." sözü o'na ait.
Binlerce kadının, kadınlığının bilincinde olmadan yaşadığı, dövüldüğü, hor görüldüğü, öldürüldüğü ülkemizde özellikle kırsal kesimde bilmediğimiz, tanımadığımız kim bilir daha kaç tane Yeter var?
Kimisi kendini kurtarabiliyor, hayata direnerek, kendine güvenerek, hakkını savunarak...
Bugün onlardan birinin kişiliğinde; üreten, emek harcayan, kendini ezdirmeden insan kalabilen tüm kadınların Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyorum. Onlara sembolik olarak kadınları simgeleyen, çiçekleri ince, naif, kırlgan, dalları ise sanki tehlikelerde savunabilmek için dikenli, mimoza çiçeklerinden armağan ediyorum. Kadınlarımızı ben
toprak altında zorlu kış şartlarında kalıp sonra baharla birlikte baş veren, yeşeren , adeta "ben de varım" diyen kardelenlere, arpa zambaklarına benzetiyorum.
Sadece bir gün değil, yıl boyu yolları hep açık olsun, karşılarına onları incitmeyecek, hırpalamayacak iyi insanlar çıksın...
0 Yorumlar